“Biliyor musun Hobbit?” [Bana ‘Hobbit’
der.]
“Neyi?”
“Yanılgılarımızın çoğu, düşüneceğimiz
yerde duygulanmak ve duygulanacağımız yerde düşünmekten doğar.” Ve yanağımı
öpüyor.
“Bir gözlük almalısın Gerenimo.”
[Gerenimo: Hacer Ceren’in lakabı.]
“Neden?”
“Her defasında dudaklarımı
ıskalıyorsun.”
Genelde
romancı başkarakteri öyle bir yere koyar ki siz kitabı okurken onun içine
girersiniz zamanla. Onun gözüyle bakmaya, o olmaya çalışır ve ilerleme gösterdikçe
de bundan haz duyarsınız. Dublörün Dilemması için geçerli olmayan bu yaklaşım
yanlış değildir çünkü öyle olmasını yazar tercih etmiştir. Bu kitapta ise
başkarakter olan Nuh Tufan’ı içselleştirmek yerine onu keşfetme arzusu büyüyor
sizde. Konuşmaları ve yaptıklarıyla merakınızı uyandırıyor “Bu insanı daha çok
tanımalıyım, neler yaptığını görmeliyim” diyorsunuz.
James
Cameron’ın çektiği Avatar filminde bir sahne vardı. Böcek mi bitki mi
anlamadığım küçük şeyler uçuşuyordu önümüzde. O kadar yakınlardı ki ben gayri
ihtiyari tutmaya çalışmıştım elimle onları. Gariptir, üç boyutluluğuyla meşhur
filmin bir tek o sahnesinde hissetmiştim bu özelliğini. Neyse… Bu kitabı
okurken aklıma hep o sahne geldi. Fakat uçuşan şeyler böcek değil konuşmalar,
fikirler, kelimelerdi bu defa. Devamlı onları yakalamaya çalıştım, altını
çizdim -Nihat Genç’in deyişiyle- felsefi çığlıkların.
Kitaptaki
bütün kahramanların bir çeşit hiperaktif olduğunu anladığımda onlarla sohbet
etmenin ilginç bir deneyim olabileceğini düşündüm. Erişemeyeceğim bir dilden
konuşacaklardı belki ama benim zihnimdeki kabuklar dökülecekti.
Kitabın
bilimkurgu olduğuna inanamadığım hatta “belki de böyle bir şey var ama ben
bilmiyorum” gibi şüphelere düştüğüm zamanlar oldu. Bir o kadar alaturka olan
hikâye Orhan Gencebay’ı getirdi aklıma ki sayfalar sonra gösterişli bir sahnede
okudum adını.
Dublörün
Dilemmasını akıcı, sade, edebi gibi herhangi bir kategoriye koymam mümkün
görünmüyor. Bu kitap birinci sayfasından son cümlesine kadar bir tarzı ortaya
koyuyor. Kelimeler kıvrak bir zekânın ürünü olarak sıralanıyor cümlelerin
içinde. Her tarafından bilgi fışkıran, duyguları aforizma patlamaları şeklinde
ifade eden bir dile sahip.
Kitap
bittiğinde aşırı yüklenmeden ötürü bir süre başka kitap okumadım. Bazı
yazarların böyle yan etkileri olur fakat bu benim sevdiğim bir şeydir. Zihninizi
dinlenmeye alıp demlenmesini sağlarsınız.
Murat
Menteş Yeni Şafak gazetesindeki 25 Ocak2013 tarihli yazısında dâhilik kavramını masaya yatırır ve sonunda söyle
der: “Bana eğer sen kendini de dâhi sayıyor musun diye soracak
olursanız cevabım hazırdır. Kesinlikle hayır. Çünkü ben kendi yaptığı esprilere
gülen biriyim.” Bir okuyucusu olarak fazlaca tevazu gösterdiğini düşünüyorum.
aldım bunu , ben de okuyacağım:)
YanıtlaSilFarkli bi deneyim olacak, goreceksiniz..
Sil