10 Şubat 2013 Pazar

Hiperaktif Zekâların Çarpışması: Dublörün Dilemması


“Biliyor musun Hobbit?” [Bana ‘Hobbit’ der.]
“Neyi?”
“Yanılgılarımızın çoğu, düşüneceğimiz yerde duygulanmak ve duygulanacağımız yerde düşünmekten doğar.” Ve yanağımı öpüyor.
“Bir gözlük almalısın Gerenimo.” [Gerenimo: Hacer Ceren’in lakabı.]
“Neden?”
“Her defasında dudaklarımı ıskalıyorsun.”

Genelde romancı başkarakteri öyle bir yere koyar ki siz kitabı okurken onun içine girersiniz zamanla. Onun gözüyle bakmaya, o olmaya çalışır ve ilerleme gösterdikçe de bundan haz duyarsınız. Dublörün Dilemması için geçerli olmayan bu yaklaşım yanlış değildir çünkü öyle olmasını yazar tercih etmiştir. Bu kitapta ise başkarakter olan Nuh Tufan’ı içselleştirmek yerine onu keşfetme arzusu büyüyor sizde. Konuşmaları ve yaptıklarıyla merakınızı uyandırıyor “Bu insanı daha çok tanımalıyım, neler yaptığını görmeliyim” diyorsunuz.

James Cameron’ın çektiği Avatar filminde bir sahne vardı. Böcek mi bitki mi anlamadığım küçük şeyler uçuşuyordu önümüzde. O kadar yakınlardı ki ben gayri ihtiyari tutmaya çalışmıştım elimle onları. Gariptir, üç boyutluluğuyla meşhur filmin bir tek o sahnesinde hissetmiştim bu özelliğini. Neyse… Bu kitabı okurken aklıma hep o sahne geldi. Fakat uçuşan şeyler böcek değil konuşmalar, fikirler, kelimelerdi bu defa. Devamlı onları yakalamaya çalıştım, altını çizdim -Nihat Genç’in deyişiyle- felsefi çığlıkların.

Kitaptaki bütün kahramanların bir çeşit hiperaktif olduğunu anladığımda onlarla sohbet etmenin ilginç bir deneyim olabileceğini düşündüm. Erişemeyeceğim bir dilden konuşacaklardı belki ama benim zihnimdeki kabuklar dökülecekti.

Kitabın bilimkurgu olduğuna inanamadığım hatta “belki de böyle bir şey var ama ben bilmiyorum” gibi şüphelere düştüğüm zamanlar oldu. Bir o kadar alaturka olan hikâye Orhan Gencebay’ı getirdi aklıma ki sayfalar sonra gösterişli bir sahnede okudum adını. 

Dublörün Dilemmasını akıcı, sade, edebi gibi herhangi bir kategoriye koymam mümkün görünmüyor. Bu kitap birinci sayfasından son cümlesine kadar bir tarzı ortaya koyuyor. Kelimeler kıvrak bir zekânın ürünü olarak sıralanıyor cümlelerin içinde. Her tarafından bilgi fışkıran, duyguları aforizma patlamaları şeklinde ifade eden bir dile sahip.

Kitap bittiğinde aşırı yüklenmeden ötürü bir süre başka kitap okumadım. Bazı yazarların böyle yan etkileri olur fakat bu benim sevdiğim bir şeydir. Zihninizi dinlenmeye alıp demlenmesini sağlarsınız.

Murat Menteş Yeni Şafak gazetesindeki 25 Ocak2013 tarihli yazısında dâhilik kavramını masaya yatırır ve sonunda söyle der: “Bana eğer sen kendini de dâhi sayıyor musun diye soracak olursanız cevabım hazırdır. Kesinlikle hayır. Çünkü ben kendi yaptığı esprilere gülen biriyim.” Bir okuyucusu olarak fazlaca tevazu gösterdiğini düşünüyorum.

2 yorum: