29 Ekim 2012 Pazartesi

HUZURSUZ BİR AŞK ROMANI: UĞULTULU TEPELER

Aşkın renginin pembe olduğunu düşünen biz dünyalılar yanılıyoruz. Meğersem siyahla da aşkı anlatabiliyormuşuz.

İçinde neredeyse hiç umut verici bir hadisenin bulunmadığı bu kitap bana kalırsa sadece karanlık anlatımı sayesinde bu kadar önemli olmuş. Tarif edilemez ölçüde seven Heathcliff’i bir türlü benimseyemiyoruz. Ne kadar uğraşsak da onun aşkı için yaptıklarını anlayamıyoruz. Yazar Emily Bronte hayatı boyunca yazdığı tek kitapta öyle bir karakter oluşturmuş ki onun kötülüğü, pisliği, kalpsizliği karşısında bakakalıyoruz. Hikâye ne kadar akıcı da olsa kaptıramıyoruz kendimizi. Son dönemece kadar hala bir kurtarıcı bekliyoruz. O kurtarıcının gelip gelmediği söylenmez ama “farklı bir aşka tanık olmanın tadı başkaymış” da diyemiyoruz. Belki biraz Heathcliff’in yaptıklarının aşkından mı yoksa aşkın Heathcliff’i ele geçirmesinden mi olduğunu sorgulayabiliriz fakat içimizin kararmış olması bütün suçu Heathcliff’e atmamıza sebep oluyor. Oradan da bir şey çıkaramıyoruz.


Hâsılı bu kitap kırık dökük, acılı bir aşkı anlatıyor. Kitaptaki acının dozu hiç azalmıyor ve bir zaman sonra tıpkı karakterler gibi sizin de renkleriniz soluyor. Saflık, iyi niyet, yalansız bir aşk gibi duygulardan ümidinizi kesip bir an önce kitabın bitmesini istiyorsunuz. Bitirdiğinizde de bir süre Bronte kardeşlerden uzak durmaya söz veriyorsunuz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder